Karşı oldukları içindir ki;

Bir Hıdırellez sabahında darağacına çıkardılar…

Yağlı urganları sırayla boyunlarına taktılar…

Bir şafak vakti üç genci ardı ardına astılar…

Son nefeslerini verdiklerinde;

Takvim yaprakları 6 Mayıs 1972 sabahını gösteriyordu…

O sabah Hıdrellez sabahı olduğu için;

Peri kızları geleneklere uyup Aksu deresinde yıkanıyordu…

Kuşlar koro halinde türkü söylüyor;

Doğanını yeniden canlanıp dirileceğine inanılıyordu…

Sistem sevicileri ve savunucuları;

Üç delikanlıyı bir şafak vakti acımasızca astılar…

Asanlar kendilerince haklıydılar;

Çünkü astıkları gençler affedilmeyecek derecede suçluydular!

Suçlarını bir-bir sıralayacak olursak;

En başta yönetenlerinin işlerine karışıyorlardı…

Sanki ülkemiz bağımsız değilmiş gibi;

Tam bağımsız bir ülke çığırtkanlığı yapıyorlardı…

Ve üslerine vazife olmayan işlere karışıp;

Bu soygun ve talan düzeni son bulmalı diyorlardı…

Bu düzen mutlaka değişmeli diye haykırıyorlardı…

Toplumsal eşitliğe dayanan bir yönetim biçimi istiyorlardı…

Ve uyuyan toplumu uyandırmak için;

Ey halkım uyanın!

Ya, anayasanın özgürlük ve emeğe değer veren maddeleri uygulanmalıdır…

Ya da bu baskıcı ve sömürücü düzen son bulmalıdır diye propaganda yapıyorlardı…

Ve haliyle yönetenleri ve kaymak burjuva tabakasını rahatsız ediyorlardı…

Suçları bu kadarla kalsa öp de başına koy;

Emperyalizme ve faşizme karşı çıktıklarını söylüyorlar…

Küresel sermayeyle iş yapanları ‘işbirlikçilikle’ suçluyorlar…

NATO Denilen savaş örgütünden bir an önce çıkmamız istiyorlar…

Dostlarımızın ülkemizde var-olan Üs ve Askeri teşkilatlarının kaldırılması için gece-gündüz mücadele edip, meydanlarda miting yapıyorlar…

İşi daha da ileri götürüp;

Ebedi dostumuz ABD patentli 6. Filonun karasularımızda dolaşmasını istemiyorlar…

Ülkemize gelip, rıhtımlarımıza sığınınca askerlerini bir-bir tutup denize atıyorlar…

Ülkemize Büyükelçi olarak atanan Comer’e; ‘Vietnam Kasabı’ diyerek arabasını yaktılar…

Avrupa Ortak Pazar denilen ‘AET’ için;

Onlar ortak biz Pazar Yeri olmak istemiyoruz dediler…

Yani “önce tüketen değil, üreten bir toplum olalım” diye direttiler…

Kendi petrolümüzü kendimiz çıkaralım inadını sürdürdüler…

Hatta bu konuda şöyle bir türkü de bestelediler;

“Madeniz yabancılar işletmiş,

Yüzde altmış beşi Yanke’ye gitmiş,

Suçumuz bağımsız ülke istemekmiş,

Niye üzülelim, niye susalım” diye türküler söylediler…

Ve asılması gereken bu gençler ki;

Emeğe saygılı, sömürüsüz bir düzen istiyorlardı…

Bunun içinde ezenin ve sömürenin yanında değil;

Ezilenin ve hor görülenin yanında duruyorlardı…

Örneğin;

Emeğinin karşılığına almak için greve giden işçiyle birlikte yatıp kalkıyorlardı…

Köylünün ve tarım işçisinin ürettiği ürünün aracıya, tefeciye ve faizciye gitmemesi için onları kendi aralarında örgütleyip, uyandırmaya ve bilinçlendirmeye çalışıyorlardı…

Eğitim-Öğretim konusunda;

Her vatandaşın eşit bir şekilde eğitim yapmasını istiyorlardı…

Hatta eğitimin İlkokuldan-Üniversiteye kadar bedava olması için mücadele veriyorlardı…

Ve aynı zamanda gerici bir eğitimi değil, yaşadığı çağı daha da ileriye taşıyacak bilimsel eğitimin yapılmasını savunuyorlardı…

Emperyalizmle mücadele etmeyi salt teorik olarak değil…

Hatta günümüzde olduğu gibi laf salatalığı yapmayıp;

Silahlarını omuzlayarak, emperyalizmin Ortadoğu temsilcisi İsrail’e karşı savaşmak için Filistin El Fetih Ordusuna katılıp, bizzat fiilen savaşıyorlardı…

Ve 12 arkadaşlarını da o toprakların altında bırakarak geri dönüyorlardı…

Sözün özü;

Suç dosyaları bu kadar kabarık olan bu gençleri darağacına çıkarıp asmayacaksın da…

Daha kimi asacaksın Allah aşkına!?

Kalkıp da;

Suya-sabuna dokunmayan, uslusunu ve yönetenlerini rahatsız etmeyenleri asacak halin yok ya!

Bol keseden yiyip içen…

Çalışmadan milletin sırtından geçinen…

Ve şirketlerinin çokluğu ve sayısıyla övünen gençleri de cezalandıramazsın ya!...

Eeeeee?

Geriye kala kala kimler kaldı?

Kimlerin kaldığı sizce de belli değil mi?

Kendi hainliklerini saklamak için;

‘Vatan Haini’ dedikleri devrimciler kaldı…

‘Bozguncu’ dedikleri gerçek yurtseverler kaldı…

Geriye kala kala;

Bencilliği ve bireyciliği öteleyen…

Toplumun ortak mutluluğunu benimseyip önemseyenler kaldı…

Sizce de öyle değil mi?

Bundan tam 52 yıl önce…

Yani 6 Mayıs 1972 tarihinde…

Bir Hıdırellez sabahında;

Yukarıda suçlarını saydığım üç genci darağacına çıkardılar…

Boyunlarına yağlı urganları taktılar…

Ve kuşların senfoni halinde yaktığı ağıtlarla bu gençleri aramızdan ayırdılar…

Fiziki olarak aramızdan ayrıldıklarında;

Deniz GEZMİŞ 25 yaşındaydı…

Yusuf ASLAN 25 yaşındaydı…

Hüseyin İNAN 24 yaşındaydı…

Ve çok klasik olacak ama…

Yine hala o yaştalar..

Hala dün gibi aramızdalar…

Unutulmadılar…

Unutulmayacaklar…